Gandhi, 1984 Ve Gezi Parkı


Unutamadığım sahnelerdendir. Gandhi’nin Tuz Yürüyüşü (Salt March), gerçek hayatta da karşılığı olan. 78 kişiyle başlar ve binlerce kişiyle deniz ulaşır. Bildiğim kadarıyla tarihin ilk büyük sivil itaatsizlik eylemidir bu.  Satyagraha, haksızlığa karşı şiddet içermeyen direniş.

Bu filmde tüylerimi diken diken eden sahneler… 



Ardından tekrar yürürler. Hiç ses çıkarmadan, ellerini kaldırmadan, sıralar halinde yürürler haksızlığa karşı. İlk sıra yürür,  dövülür, kadınları onları kenara taşır. Ardından diğer sıra yürür. Dövülür. Kadınları onları kenara taşır. Diğer sıra yürür…




İlk sıra yürür ve parka çadır kurar. Kitaplar okur, şarkılar söyler.  Dövülür. Önceleri olan onlarca kişi, binlere dönüşür.

İkinci sıra yürür, çiçekler dağıtır, börekler ikram eder. Biber gazlarıyla bombalanır.

Üçüncü sıra yürür. Sloganlar atar, dualar eder. Namazlar kılar, namaz kılanlara nöbetler tutar. Kandil simitleri dağıtır. “Çapulcular” olarak yaftalanır.

Gündelik kıyafetleriyle, okul çantalarıyla, pazar poşetleriyle, koltuk değnekleriyle, tekerlekli
sandalyeleriyle alkış tutar sahiplendiği fikirlerine. Tomalarla ıslatılır.




Aynı sıra yürürken medya uyur. Şiddet türlü türlüdür ya, uyuyarak şiddet uygular medya. Diğer sıra yürür yüzlerinde penguen maskeleriyle, paytak paytak.

Diğer sıra yürür. Gözlerinde deniz gözlükleri ağızlarında toz maskeleriyle marjinaller kütüphane kurar, çöp toplar, hayvanları besler, şiirler yazar duvarlara, resimler çizer. Coplanır. Kimi zaman evde durur, apartman kapılarını açmak için, pencere önlerine sirke, limon, süt koyar. Mimlenir.

Diğer sıra uymaz provokatörlere, geri çekilir. 3-5 adam kalır dımdızlak meydanda, ellerinde Molotof kokteylleriyle.




Diğer sıra el ele tutuşur kötülüğe karşı, insan zinciri oluşturur, çocukken ilkokulda el işi kağıtlarından kesip dünyanın çevresine sardığımız türden. Diğer sıra bunun gerçekleştiğini görüp mutlanır. Anasını da alıp gelen oğul, dede ile torun, gün arkadaşları, yol arkadaşları, takım arkadaşları, karşı takımdan arkadaşları, kendilerine “anneler” diyen kadınlar, gökkuşağı gibi rengârenk, el ele, birbirlerinin omuzlarında. Yürür. Dayak yer kim olduğu bilinmeyen eli sopalı adamlardan, gözleri oyulur içlerinde ne olduğu bilinmeyen gaz kapsülleriyle. 
Vücutları yanar ilaçlı olup kimyasal olmayan rengârenk Toma sularıyla. Vurulur nereden geldikleri bilinmeyen kurşunlarla, 5 metreden.

Diğer sıra yürür. Yürür çünkü toplu taşıma kaldırılmıştır. Yalan, riya, haksızlık, cahillik üstlerinde kara bulut gibi dolanırken. Coplanır. Şarkılar yazarlar yine de, söylerler bağıra bağıra. Piyona çalarlar yağmurun altında. Dönerler semaya karşı gaz maskeleriyle. Evlenirler, aşık olurlar, çocuklarla resim yaparlar gözleri ve kalpleri sütlü.


Diğer sıra yürür, revirler kurar, gönüllü hak savunur, haber yapmaya çalışır. Fişlenir, kelepçelenir, tartaklanır, yerlerde sürüklenir.

Diğer sıra yürür, paylaşır, ağlaşır, gülüşür, kaçışır ama geri gelir. Çünkü artık “gezi ruhu” doğmuştur. İsyankârdır, romantiktir, ironiktir, kara mizah yapar... Ve direnir...


Diğer sıra yürür ve durur. Durur bir ağaç gibi tek ve hür ve pek çok yerde pek çok insan durur, bir orman gibi kardeşçesine. Gözaltına alınır. Demir Çeneli Melekler gibi. Durmak bile, sadece durmak bile korkutur otoriteyi. Yaya trafiğini engellemek otorite için önemli bir suçtur!


Diğer sıra yürür. Duvarlara yazılar yazar. Ah bu çapulcular! Her yazı biriciktir, kısacıktır ve içinde onlarca anlam yatar. İşte bu dil, gençlerin sanal ortamda yeniden yorumladığı bu dil, gezi ruhuna ayna tutar. Bu hareket kendine özgü dili, Gezi Dili'ni oluşturarak, “büyüklerine” kendi anlayacağı ifadelerle kafa tutar.

Acaba, iyi kullanılmıyor diye eleştirdiğimiz o yeni nesil dili, “büyüklerin” , “babaların” diline tepki olarak mı doğmuştu? Otoritenin yeni söylemine karşı, biz orta/yaşlıların içinde debelenip durduğu, çırpındıkça batmamaya çalıştığı Yenisöylem’den, gençlerin kurtulma tarzı mı? Sosyal medya bunun aracı mı? Biz eskilerin anlayamayıp tu kaka ettiği bu “sanal ortam” gençlere bir devrim yaptırmadı mı?   “Ay resmen devrim”

Orwell 1984’te şöyle diyor:

“Times gazetesinin önemli makaleleri Yenisöylem’le yazılmakla birlikte, bu ancak bir uzmanın gerçekleştirebileceği bir beceri gösterisi olmaktan öteye gitmiyordu.”
“Yenisöylem’in amacı, yalnızca Ingsos’un sadık izleyicilerinin dünya görüşü ve düşünsel alışkanlıklarına uygun düşecek bir anlatım ortamı sağlamak değil, aynı zamanda bütün öteki düşünce biçimlerini olanaksız kılmaktı.”*

İşte bu nedenlerden değil mi 7 gazete birden aynı gün aynı başlıkları, aynı mürekkeple attı?


“Tek bir örnek vermek gerekirse: Özgür sözcüğü Yenisöylem’den çıkarılmış değildi, ama ancak “Sokağa çıkmakta öğürsün” ya da “Ormanda özgürce gezeblirsin” gibi deyşlerde kullanılabiliyordu. Eskiden olduğu gibi “siyasal özgürlük” ya da “düşünsel özgürlük” anlamında kullanılamıyordu, çünkü siyasal ve düşünsel özgürlük artık birer kavram olarak kayıplara karışmış, dolayısıyla da adlandırılmasına gerek kalmamıştı.”**

İşte bu nedenlerden değil mi kimileri “Neyiniz kısıtlanıyor ki?” diye soruyor anlamadan? Çünkü “bunların”  anladığı “özgürlük” ile, “ötekilerin” anladığı özgürlük aynı şey değil!


“Seçilebilecek pek az sözcük olması da bir başka kolaylaştırıcı etkendi. Yenisöylem’in sözdağarcığı bizimkinden yoksul olduğu gibi durmadan daha da yoksullaştırmanın yeni yolları bulunuyordu. Aslında, Yenisöylem sözdağarcığının her yıl genişleyeceğine gittikçe yoksullaşmasıyla , nerdeyse bütün öteki dillerden ayrılıyordu. Her eksiltme bir kazançtı, çünkü seçim alanı ne kadar daralırsa, insanların düşünmenin ayartmasına kapılma olasılığı da o ölçüde azalırdı. Sonuç olarak söylenen sözün, beyin üst bölgelerini işe karıştırmadan, gırtlaktan çıkması bekleniyordu.” ***


Sonra ortaya bu konuşmalar çıktı. Bunlar insanların cehaletinden değildir; bu, otoritenin Yenisöylem’idir.

Duvarlardaki o yazılar da gençlerin bu söyleme karşı sivil itaatsizliğidir!









*George Orwell, 1984, Can Yayınları, 39. Basım, Nisan 2013, syf 335
** George Orwell, 1984, Can Yayınları, 39. Basım, Nisan 2013, syf 336
*** George Orwell, 1984, Can Yayınları, 39. Basım, Nisan 2013, syf 346






Yorumlar

Popüler Yayınlar